Türkiye’deki cezaevlerinde ‘sıradan’ sayılan uygulamalar, gecikmeler ve önyargılar, HIV pozitif mahkûmlar için ‘idam fermanı’ demek. 52 yaşındaki E.D., bu durumun canlı tanığı.
“2008 Mart ayında HIV pozitif teşhisini yeni almış, ilaca başlama aşamasındaydım. O sırada karşılıksız çek yüzünden cezaevine girdim. Trakya’daki ufak bir cezaevinde
47 gün boyunca ne tedavi alabildim ne de ilaca ulaşabildim. Koğuşa değil, tek kişilik bir hücreye konuldum. İnfaz koruma memurları hastalık bulaşır diye üstümü bile aramıyorlardı. Sonunda tedavim için Kartal Cezaevi’ne nakledildim. Asıl kâbus burada başladı. Müşahade odaları vardır. Oraya koydular. Fareler kediden büyüktü. Bağışıklık sistemim çökmüş bir halde girdiğim ortam buydu.” 52 yaşındaki E.D cezaevlerinde tedaviye ve ilaca erişim zorluğu yaşayan, ayrımcılığa maruz kalan HIV pozitiflerden.
Teşhisten 10 gün sonra cezaevine giren E.D’nin bir an önce ilaca başlaması gerekiyordu. Bu yüzden cezaevine girer girmez ilk işi hastalığını bildirmek oldu. O andan itibaren tüm cezaevi E.D’nin hastalığını öğrendi. Sonrası bürokrasinin ağırlığı altında ilaçsız geçen haftalar ve ayrımcılığın soğuk yüzü…
‘Eşcinseller koğuşuna koyalım’
Bulunduğu yerde tedavi koşulları yoktu. Büyük bir şehirdeki cezaevine nakledilmesi için Adalet Bakanlığı ile yazışmaların sonuç vermesi 47 gün sürdü. E.D için acı günlerdi: “Çaresizlikten yaşantıma son vermeyi bile düşündüm. Acılar içinde öleceğim, ilaçlarıma ulaşamayacağım, bu cezaevinden ölüm çıkacak diye düşündüm.”
47 gün sonunda Kartal Cezaevi’ne nakledildiğinde kâbus sürdü: “Nakledilirken gerekçesine hastalığımı yazdıkları için HIV pozitif olduğumu bilmeyen kalmadı. Cezaevi doktoru bana ‘Eşcinselsen eşcinseller koğuşuna koyalım seni’ dedi. Yani diğer mahkûmlar bizim için önemli ama eşcinseller değil der gibi. İki seks işçisi travesti vardı. Biri HIV pozitifti. İkisini aynı hücreye koydular. Tek başıma bırakıldım yine, müşahede odalarından birine koydular. Açıkta bir yatak, bir de tuvalet var. Fareler kediden büyüktü. Yemeğimi köpeğin önüne kemik atar gibi veriyor, benimle asla fiziksel temas kurmuyorlardı. Her mahkûm arkadaşlarıyla havalandırmaya çıkıyordu, ben tek başıma.”
‘Diğer mahkûmları bekle’
Yeni hapishanede de hastaneye götürülmek için bir hafta bekledi: “Beni tek başıma hastaneye götüremeyeceklerini, diğer mahkûmların da taleplerinin bekleneceğini söylüyorlardı. Sonunda İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk ettiler. Araç bölüm bölümdü. Herkes üç kişi gruplara ayrılmış. Ben tek. Muayene sırasında kelepçemi çıkarmadılar. Doktor ‘İlaçlarına bir an evvel başlaması lazım’ dedi. Ancak yine reçeteler toplu olarak eczaneye gittiği için dört gün sonra ilaçlarıma ulaşabildim. Öyle bir sınırdaydım ki, her an başka bir hastalık kapıp ölebilirdim. Böbreklerimde taş vardı. Trakya’daki cezaevindeyken oradaki bir hastanede sonda takılmıştı. İstanbul’a onunla geldim. 5-15 gün ömrü olan sonda aylarca penisimde kaldı. Artık oraya yapıştı. Bir kere cezaevi aracındayım taş dışkıya baskı yapıyor, tuvalete gitmem lazım. Görevli beni tuvalete götürmedi ‘Özel adam mısın sen’ dedi . Cezaevi arabasında altıma yaptım. Ürolojiye sevk ettiler. Taş için ameliyat olmam gerektiği söylendi. Birkaç gün sonra çağırdılar. Ancak beni hastaneye götürmek yerine tedaviye kolay ulaşım bahanesiyle Maltepe Cezaevi’ne naklettiler. O ameliyatı cezaevinden çıktıktan sonra olabildim. Yaşadığım ağrı kanser ağrısı gibiydi. Taş, çay bardağı kadardı. Cezaevinde günümün 24 saatinin 14 saati tuvalette geçiyordu. İdrara çıkamıyordum.”
4. ay artık Maltepe Cezaevi’ndeydi: “Tek kalmaya devam ediyorum. İnfaz koruma memurlarının başındaki kişi son derece sevecen biriydi. Ancak o bile ‘İmkânsızlıklardan ve prosedürden dolayı seni tek başına yatırmak zorundayız’ dedi. O genç ve okumuş gardiyan, ‘Biliyorum bu hastalık böyle dokunmakla geçmez’ dedi. Bu söz beni bir hafta ayakta tutmaya yetti. Bu cezaevinde de doktora iki kez gittim. Yani İstanbul’daki süre boyunca toplam dört kez hastaneye gidebildim.”
Cezaevi sonrasında ise sağlık sorunlarına bir de psikoyojik sorunlar eklenmişti: “Cezaevinden çıkar çıkmaz ilk işim bir pskiyatra gitmek oldu. Yoğun anksiyete bozukluğu teşhisi koydu. O altı ayda vücudumda da hastalıkla savaş veren antikorlar çok düşmüştü. Cezaevinin önünden taksi tutup beni bir an evvel İstanbul hudutlarının dışarına çıkar dedim. Şimdi bile o günü, o korkuyu, kalp çarpıntısını hatırlayınca tüylerim diken diken oluyor.”
En büyük isteğim…
Emekli olan ve muhasebecilik yapan E.D şimdi gayet sağlıklı. Cezaevinde yaşadıklarını atlatabilmesi ise bir yılını almış. En büyük isteği cezaevindeki tüm çalışanlara HIV/AIDS ile ilgili eğitimler verilmesi.
Geciken tedavi ilaçla olmaz
Samatya’daki İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedaviye gelen 15 HIV pozitif mahkûm var. Enfeksiyon Kliniği Şefi Uzm. Dr. Muzaffer Fincancı, hastaların kontrollere gelmesinde sorunlar olduğunu anlatıyor:
“İlaca başladığımızda yan etkiler oluyor, izlemek lazım. Bazı hastaların bu ağır ilaçları tolere etmesi zor. Ayrıca HIV pozitif hastadan bir sürü tetkik istenir. Bunlar da zaman alan ve hastanın hastaneye sık gelmesini gerektiren şeyler. Randevu veriyoruz. Çoğu zaman hasta bir, iki, üç ay gelemiyor. Cezaevini arıyoruz. Fakat oradaki doktor arkadaşlar da sık değişiyor sanırım. Tamam diyorlar ama… Kimi zaman hastalar 15.30 gibi getiriliyor. Zaten 05.00’te hastanedeki işler bitiyor. Bu tarz hastalar vakit alır. Daha erken getirilmeliler. HIV ilaçları pahalı, az bulunur ilaçlar. Bazen hemen bulunamayan ilaçları da yazmak gerekiyor. Bu tarz ilaçları depolara sormak lazım. Ancak cezaevlerinde ‘Bulunamadı’ deniyor hemen. Üç ay sonra hasta geliyor, bir bakıyoruz ilacı kullanmamış.”
Normal yaşam mümkün Fincancı “Bu hastalık ömür boyu tedavi gerektiriyor. Bu sayede insanlar normal olarak yaşamlarına devam edebiliyor. Ancak bunun tek koşulu ilacı sürekli almak. İlacı iki hafta bile kesseniz bağışıklık sistemi bozuluyor. İlaç bir alınıp bir alınmadığında ise o ilaca karşı vücut direnç oluşturuyor. Yani ilaç işe yaramıyor” diyor.