Teorimizin adı ne olsun?
Kadın nedir? Erkek nedir? Üçüncü tür, bu ikisinin arasında mıdır yoksa ikisinden bağımsız mıdır? Dördüncü, beşinci ve sonsuzuncu türlerin adını koymak mümkün mü? Yoksa tür diye bir şey yok mu? Tür, cinsiyet üzerinden tanımlandıysa şimdiye kadar, cinsiyet ne? Organ mı? Zorunluluk mu yoksa seçim mi? Dayatma mı yoksa iradi mi? Bir varoluş mu yoksa bir durum mu? Heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel, transeksüel, travesti kim? Gey ve lezbiyen, heteroseksüel olmayan mıdır? Heteroseksüel, gey ve lezbiyen olmamak üzerinden mi tanımlanır?
Bize bu isimleri verenler, neye göre adlandırdılar bizi? Bu kategoriler sadece biyolojik cinsiyete göre mi tanımlanıyor? O zaman biyolojik cinsiyet ne? Toplumsal cinsiyet ne? Freud’un dediği gibi, gerçekten de, bize doğru yaklaşan birini gördüğümüzde ilk aklımıza gelen onun kadın mı erkek mi olduğu sorusu mu? Tarihi çelişkiyi ataerki olarak gören ve ataerkiyi kadınlık ve erkeklik çözümlemeleriyle sınırlayan bir feminizm her sorumuza yanıt olur mu? Transeksüeller ve travestiler, sadece kadın ve erkek olmak üzerinden yapılan bir cinsiyet tanımının neresinde yer alırlar? Yoksa bu tanımın içinde onlara (bize) yer yok mu? Kendimizi, mevcut tanımların içine dahil etmek yeterli mi? Yoksa bizi içermeyen tüm teoriler çürümeye mahkum mu?
Bu köşe teori köşesi olsun. Yukarıdaki soruları cevaplamaya çalışacağımız, onlara yeni sorular ekleyeceğimiz, toplumu ve dünyayı sorgularken (hatta hesap sorarken) kendimize dair sorular da soracağımız köşe olsun. Kendi doğrularımız da dahil olmak üzere, şimdiye kadar kabul edilen tüm doğruları sorgulayacağımız yer olsun burası. Burası, başkalarının gözünden nasıl göründüğümüzü masaya yatırdığımız, sonra kendimizi kendi gözlerimizle görmek için aynaya baktığımız, ama aynaların bile görüntüyü manipüle edebildiklerini aklımızda tuttuğumuz yer olsun.
Marks’tan beri, sosyal bilimlerin kaynağı olan felsefe, toplumları araştırmanın, sistemleri incelemenin, dünyayı anlamanın ve yorumlamanın ötesine geçme maksadı güdüyor. Bu anlayışın günümüzdeki uzantısı da, sosyal bilimlerin dünyayı, insanlığın iyiliği yolunda değiştirme çabasına girişmiş olması. Bugün akademinin, 150 yıl öncesinden çok daha farklı bir yeri var toplumların ve bireylerin hayatında: İçinde bulunduğu toplumu değiştirmek, dönüştürmek.
Dolayısıyla, toplumu dönüştürme çabasındaki her fikir, her oluşum, her örgütlenme akademiyle bağ kurmak zorunda. Önce kendi varoluşunu anlamlandırmak, sonra kendisini diğerlerine anlatabilmek için. Hem kendisini, hem toplumu eleştirmek, nihayetinde hem değişmek hem değiştirmek için akademiyle, dolayısıyla teoriyle bağ kurmak zorunlu. Bu bağ, bizi orada bir yerlerde, bizden bağımsız, bizim dışımızda var olan bir şeylere bağlamayacak. Bizi akademinin bir parçası, akademiyi hayatımızın bir parçası haline getirecek bir bağdan söz ediyorum; organik bir bağdan.
O zaman bu köşe, bizi akademiye, akademiyi bize taşıyacak olan yolun taşlarını döşemeye katkı sunacak bir adım olsun. Bu köşede kendi teorimizi yapalım. Önce kendimizi; varoluşumuzu bizim dışımızdakilerin gözünden tanımlayan bedenimizi, cinselliğimizi, inançlarımızı, bizi biz yapan ve bugün içinde bulunduğumuz konuma yerleştiren her şeyi teorize edelim. Pratikte yaşadıklarımıza, acımıza ve zevkimize, üzerimizde kurulan iktidara ve bizim, üzerinde iktidar kurmaya çalıştıklarımıza, sözümüze ve yazımıza, tarihimize ve geleceğimize bir de teorik gözlüklerden bakmayı deneyelim.
Toplumsal cinsiyete bakalım mesela. Cinsiyetin biyolojiden bağımsız, kültürel kodlara göre, keyfi ve rastlantısal olarak şekillenen toplumsal kurgusunu görünür kılan “toplumsal cinsiyet” kavramını selamlayalım. Ama onun sınırlılıklarını da görüp, kendi teorimizi aramaya devam edelim. Sonra, Queer Theory’ye bakalım. Kadınlık ve erkekliği, hem pratikte hem teoride birer zorunludönüşsüz cinsiyet kalıbı olarak gören bakışı eleştiren bu teoriyi anlamaya çalışalım. Ama bizim yaşadığımız coğrafyanın, etkisinde olduğumuz ekonomik, politik ve kültürel atmosferin yarattığı özgün deneyimlerimizi açıklamaya ne kadar muktedir olduğuna da bakalım. Kısacası, bizim üzerimizden formüle edilen teorileri anlamaya çalışmakla yetinmeyelim. Kendi teorimizi geliştirelim. Burası, bizim, 2000’lerde Türkiye’de (kadın, erkek, mavi yakalı, beyaz yakalı, zengin, fakir, sosyalist, liberal, Türk, Kürt, Ermeni) eşcinsel olmakla özgülleşen deneyimlerimizle yoğuracağımız bir teorinin, eşcinsellik teorisin kendisinin sığındığı, beslendiği, geliştiği ve değiştirip dönüştürdüğü köşe olsun.
Bu teorinin yapı taşlarını, kendi ellerimizle yoğuracağımız harçla şekillendirirken, teorimize bir de isim verelim. Adımızı, bizim dışımızdakilerin koymasına izin vermeyelim. Bu, bizi isimlendirerek ya da etiketleyerek baskı altına alma çabasındaki iktidar bilgisine bir tepki olsun. Yukarıda sözünü ettiğim, İngilizce’de Queer Theory diye anılan, benim genelde “eşcinsel teori” olarak tercüme ettiğim eleştirel yaklaşım, özellikle Batı Avrupa’nın kendi tarihi içinde gelişmiş kimlikleri, durumları, iradi ya da dayatılan seçimleri incelediği için, (doğal olarak) Batı Avrupa kültürüne içkin varsayımlarla hareket etmekte. Benim burada önerdiğim ise, kendi özgüllüklerimizi açıklamaya, anlamlandırmaya çalışacağımız türden çerçevesi olan bir teorik yaklaşım. Dolayısıyla, yepyeni bir yaratımın eşiğinde olduğumuz söylenebilir. Herkesi, kendi teorisini isimlendirmeye, bu yaratıma katkı sunmanın heyecanına davet ediyorum. İlk kaynaktan ulaşamasak da, ekşi sözlüğe göre Süreyya Evren ve Erden Kosova “terso”yu önermişler. Ben de muhtelif kaynaklardan “tuhaflık teorisi”nin kimi yerlerde kullanıldığını duydum. Böylece, içinde ironik ve metaforik eleştiriler de barındıran bu iki öneri cebimizde kalsın ve onların dışında eşcinsel teorinin adlandırılmasına yönelik tartışmamız devam etsin. Biraz kafa yoralım, adlandırma tartışmasını doğrudan demokratik bir katılıma açalım. Mevcut teorileri irdelemeye ve yeni teorik açılımların izini sürmeye devam ettikçe açılacak ufkumuzla birlikte, zihnimizde “neden olmasın”lar belirdikçe not düşelim ve bu notlardan birbirimizi haberdar edelim. Ve tam şu anda, bu tartışmanın katılımcıları ve teorinin eyleyicileri olarak, akademinin sayfalarına düşecek kendi mührümüzü şekillendirdiğimiz, yani aslında kendi tarihimizi yazdığımız da aklımız da olsun. Teorimizin adı ne olsun?